

Sosyal medya ile ilişkiniz nasıl? Boşanmaya hazır mısınız?
“Sosyal medya ile ilişkiniz ne?
📌 Burada bulunmaya, daha görünür olmaya çalışırken, kaybettiğimiz zaman dışında, başka kayıplar da yaşıyor muyuz?”
Daha dört gün önce, henüz Whatsapp karmaşası başlamadan önce bu başlıkla bir yazı paylaşmıştım LinkedIn’de. Sonra #Whatsapp konuşulmaya başlandı. Herkeste bir nereye taşınalım telaşı? Telegram’a mı, Signal’e mi? Bip’e mi? Vs.
Hemen arkasından yorumlar geldi, ama onlar da Rusların, Ruslara mı vereceğiz bilgilerimizi, en iyisi Bip’e gidelim…
Geçen gün, akademi dünyasında sevdiğim hocalarımızdan Erdem Oklay, #Twitter da çok güzel bir benzetme paylaşmıştı, Whatsapp ve birey arasındaki ilişkiyi kedi-fare oyununa benzetmişti.
“… fare kurtulurum ümidiyle kaçmaya çalışır oysa aslında hep kedinin oyun alanı içindedir. Hatta kedi alanı biraz genişlettiğinde fare gerçekten yaşayacağına yönelik umudunu arttırır. Bu da kedinin oyundan daha fazla zevk almasını sağlar. Gerçekte farenin şansı sıfırdır. … Ben dahil hepimiz bu sistemde fareyiz. İpimizi çekmiyorlarsa bilin ki oyunun bitmesini istemedikleri içindir.” diye de bitirmişti.
Ben de kendisine şöyle bir yorum yapmıştım :
Bir zamanlar ne de çok sevmiştik…
Ne yapacağız, nasıl bir yol izleyeceğiz, bunları konuşmadan önce sosyal medya ile ilişkimizin geçmişine şöyle bir bakmaya davet ediyorum sizi..
Whatsapp’ın ilk günlerine… Telefonlarımızda SMS mesaj kotamız sürekli dolar, o sevimsiz, hiçbir duygu taşımayan mesajları göndermekten pek de mutlu olmazdık.
Sonra whatsapp girdi hayatımıza. O kadar çok sevdik ki, artık sevdiklerimizle mesajlaşırken, duygularımızı da emojilerle ifade edebiliyorduk. Gerçekten çok sevdik, öyle çok sevdik ki, whatsapp mesajı geldiğinde, o tın sesi bizi kalbimizden vuruyordu, “mesaj geldi” 🙂 Hele o iki uçlu şifreleme olayı bizi kalbimizden yakaladı.
O sıralarda Facebook’ta çok sık yazışıyorduk, ancak bir korku da vardı içten içe, buraları izleniyor mu diye..Whatsapp sonrası başımıza bir iş gelmesin diye Facebook yazışmaları bırakıldı, Whatsapp grupları kuruldu, nasılsa burada konuştuklarımız bize aitti, oradakilerin dışında kimse görmüyordu ya, düşündüklerimizi veryansın konuşmaya başladık orada,
Acaba gerçekten kimse görmüyor muydu?
O zamanlar pek de umurumuzda değildi.
Facebook skandalı – verilerimiz nerede kullanılıyor?
Cambridge Analytica isimli bir analiz şirketinin, Facebook’taki 50 milyon kullanıcının kişisel verilerini, ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın lehine kullanmasının ortaya çıkması Facebook’a güvenimizi epeyce sarstı.
Cambridge Analytica’nın Yönetim Kurulu Başkanı Alexander Nix, gizli görüntülerde Donald Trump ile çok defa buluştuğunu belirterek “ Bütün araştırmayı yaptık. Bütün veriyi elde ettik. Bütün analizi gerçekleştirdik. Hedeflemeyi yaptık. Bütün dijital kampanyayı, televizyon kampanyasını biz yönettik ve bizim verilerimiz stratejilerini belirledi.” ifadelerini kullanıyordu. (1)
Demek ki, paylaşımlarımız, verilerimiz, bir seçim kampanyasında kullanılabiliyordu.
Bu olayın bir miktar etkisi oldu, “Facebook hesabımızı siliyoruz” kampanyaları düzenlendiyse de pek de umurumuzda olmadı. Kimse Facebook hesabını kapatmadı.
Facebook – ilk göz ağrımız – ilkokul arkadaşlarımız ve fazlası
Nasıl kapatsın? Sanki tüm hatıra defterlerini, fotoğraf albümlerini yakmak gibiydi.
O ilk Facebook günlerini, 2009-2010-2011 yıllarını bir hatırlayalım. Facebook hepimizin aşkı olmuştu, ilkokul arkadaşlarımıza kadar herkesi oradan bulabiliyorduk.
Her şeyimizi verdik Facebook’a, ne istedi ise verdik. İlişki durumu diye bir buton koydu, bazılarımız ilişki durumumuzu açık etmekten çekinmedi. Hatta bazıları ilişkilerinin bittiğini ilişki durumunu açıktan kapalıya çevirerek duyuruyordu. Bu başkaları için de ben şu an ilişkiye açığım, ya da kapalıyım anlamına geliyordu.
Arkadaşlarımızı bulduk teker teker, hakkımızda bilgilerini doldurduk, neyi seviyorsun diye sordu, müzik zevkimizi söyledik, okuduğumuz kitapları, izlediğimiz filmleri yazdık. Kişisel bir profil oluşturduk orada. Aslında orası bize aitti, ve istediğimizi yapabilirdik.
Gerçekten bize mi aitti? Arka planda “big data” işleniyor, “big brother” kaydediyor ve bizi adım adım takip ediyordu.
Bu aralar “hangi şirket sizinle ilgili en çok bilgiye sahip?” diye görseller paylaşılıyor:
Buraya baktığımızda hakkımızda en çok bilgiye sahip şirketler listesinde, ilk iki sırada Facebook ve İnstagram’ı görüyoruz. % 70,59 ve %58.92. Twitter, bu anlamda çok masum sayılabilir, %20.59 ile 28. Sırada. Whatsapp ise %11.70 ile 45. Sırada.
Whatsapp’i silip Facebook ve İnstagram’la devam etmek ne anlama geliyor?
O halde Whatsapp’i silip Facebook ve İnstagram’da devam etmek ne anlama geliyor?
Biraz düşünelim. Bu üç sosyal medya mecrasına da sahip olan Facebook, biliyorsunuz İnstagram’ı 2012’de, 1 milyar dolara, Whatsapp’i ise, Şubat 2014’te 19 milyar dolara satın almıştı.
O zaman herkesin ağzı açık kalmıştı, şimdi ne kadar stratejik bir adım olduğunu görebiliyor musunuz?
Herkes şu anda Mark Zuckerberg’e veryansın ediyor, bir zamanlar ise herkes ona bizi ilkokul arkadaşlarımızı bulmamıza fırsat sağladığı için dua ediyordu.
Şu anda Whatsapp’tan çıkmayı düşünenlere sorsanız acaba İnstagram’dan da çıkmayı düşünüyorlar mı? Hani en çok bilgi toplayan firmaların ikincisi.. Zannetmiyorum.
Boşanmaya hazır mısınız? El elde, baş başta çıkmak da var..
Peki Facebook, İnstagram ve Whatsapp’in üçünden de çıkmaya ne diyorsunuz? Boşanmaya hazır mısınız? İlişkiniz ne durumda?
Çocuklar sende kalsın, ev bende kalsın gibi anlaşma yapma şansınız da yok. Bu bir tercih değil, ya kalacaksınız ya da her şeyi bırakıp gideceksiniz, ceketinizi alabilirseniz o bile iyi.
Kolay bir karar mı? Sanmıyorum.
LinkedIn, Twitter ve sırada başka kimler var?
Öte yandan LinkedIn ve Twitter var. Twitter bunların içinde en masumu diyebiliriz, tabii görünüşte, ama orada kimliğinizi gizleyerek bile var olabilirsiniz. ( Tabii ki arka planda kaçmanız biraz zor ve epey iş gerektiriyor. )
LinkedIn ise artık sizin dijital CV’niz haline geldi, herkes birinden söz edildiğinde önce LinkedIn’e bakıyor, oraya da her şeyimizi koyduk, bir zamanlar Facebook’a nasıl her şeyimizi verdiysek, şimdi de LinkedIn’e veriyoruz. Profilimizi gerektiği gibi doldurmak bile özel bir çaba, bilgi ve yetkinlik istiyor.
LinkedIn’de bununla da kalmıyoruz. Hep birlikte LinkedIn için çalışıyor, içerik üretiyor, başkalarının yorumlar yapması için sorular soruyor, başkalarını etiketliyor, hatta “sen beni beğen, yorum yap, ben de seni beğeneyim, yorum yapayım” şeklinde pek de etik olmayan anlaşmalar yapıyoruz.
Yani bazıları “öl de ölem” durumuna doğru gidiyor. İmparatorun kölesi olmaya hazır sayıca hiç az olmayan bir kitle var. Yeter ki beni ön plana çıkar, beni daha çok göster, beni ünlü, influencer, fenomen yap, ne istersen yapmaya hazırım… “Kölen olurum” durumları…
Sosyal medya ile ilişkimizi gözden geçirme zamanı mıdır ?
Acaba Whatsapp’in son kararı insanların sosyal medya ile ilişkisini gözden geçirme ve bu ilişkiyi tekrardan düzenleme fırsatı verir mi?
Pek emin değilim, çünkü bu rüzgarlar hızlıca eser ve kaybolur. Ancak giderek farkındayız ki, bu ilişkide giderek eşitsizliğin dozu artıyor, ve kendimize bir çeki düzen vermemiz lazım.
Şu meşhur “ürün sizsiniz” klişesi
Son olarak gelelim şu meşhur klişeye.
“Eğer bir şey ücretsiz ise ürün sizsiniz.” klişesine.
Dünya öyle bir yere gidiyor ki, bir şeyi ücretsiz vermek bir pazarlama taktiği, bir şeyi ücretsiz veriyor, başka bir şeyi satıyorsunuz. Örneğin bir web sitesi açıyorsunuz, belirli bir aboneniz olduğunda oraya reklam alıyorsunuz. Sizin ücretinizi, web sitesini kullananlar değil, reklam verenler ödüyor.
Bu en basitiydi, şimdi çok daha farklı sistemler var. Örneğin Spotify size müzik dinletiyor ve abone olursanız araya reklam almayacağım diyor.
Yani “ürün sizsiniz” gibi biraz popüler bir söylem basit kalıyor, bu iki taraflı bir anlaşma, siz gönüllü olarak oraya kayıt oluyor, bazı bilgilerinizi paylaşıyorsunuz, bunu kimse zorlamadan yapıyorsunuz ( Facebook ve LinkedIn’de yaptığımız gibi ) o da sizin orada yer almanız için size imkan veriyor ve sizden bir ücret almıyor. Öte yandan sizin verilerinizi kullanarak algoritmalar yoluyla sizin ve sizin gibi birçok kişinin verisine bakarak nokta atış tanıtımlar yapıyor, hedef kitlelere ulaşıyor. Bunu ister bir ürünü satmak için, ister bir siyasi partiyi desteklemek için, isterseniz… – hayal gücünüzü kullanın – daha başka neler neler için kullanılmaz ki?
Bunun daha ötesi var mı? Var. Büyük Veri ( Big Data) kullanımının henüz başındayız. Homo Deus’ta Yuval Harari’nin “dataizm” dediği imparatorlukların yapacaklarına henüz şahit olmadık.
Kedi fare oyununun henüz başındayız, farenin oyunlarını da unutmayalım
Öte yandan şu psikolojiye de pek katılamıyorum doğrusu :
“Arkadaşlar ellerinizi kaldırın, biz çoktan verilerimizi verdik zaten, olay bitti, biz yenildik, her şeyimiz ellerinde, yapacak bir şey yok. Keyfini çıkarın”
Ben insan ve yapay zeka algoritmaları arasındaki bu kedi fare oyununun henüz bittiği kanaatinde değilim. Yukarıda söylediğim gibi biz bireyler, fare, onlar, şirketler kedi olabilirler, ama farenin de oyunları vardır bilirsiniz, Tom and Jerry çizgi filmini.
Yani fareyi de küçümsememek lazım.
Hem her an piyasada fare dostu yeni kediler çıkabilir, büyük kedilerin yeterince fare bulamayacağı günler de gelebilir.
Bazen küçük balık büyük balığı geçebilir. Zoom örneğini unutmayalım.
Bu seferlik bu kadar, bir sonraki yazımda bakalım, hangi diyarlara yolculuk edeceğiz?
Kamil Kasacı
(1) https://www.haberturk.com/facebook-skandali-buyuyor-trump-in-secilmesinde-onemli-rol-oynadik-1884885