

Sizlere bugün bir sürprizim var…
Bugünden itibaren her Perşembe günü blogda, size okuduğum bir kitabı ve yazarını anlatmaya çalışacağım.
Amaç hep birlikte kitapların dünyasında bir gezinti yapmak ve kitap dağarcığımızı zenginleştirmek.
Edebiyat tutkunlarına da buradan bir selam, çünkü kitaplarda dünya edebiyatı da önemli yer tutacak.
Tatlı Perşembe
İlk kitabımız.
Bugüne yakışması için “Tatlı Perşembe” (1)
Hatta öyle ki, Perşembeleri sizlerle paylaşacağım bu kitap gününün adının da “Tatlı Perşembe“olmasını öneriyorum…
Hem kitabın tatlı olması fikri de hiç fena değil. Belki başkaları da Perşembe günleri başka kitap tanıtımları yapar ve Perşembeyi keyifli bir kitap günü haline de getirebiliriz.
Tatlı Perşembe kitabından ilk kez yıllar önce bir mail grubunda bir arkadaşım söz etmiş ve kitaptan bir de alıntı yapmıştı. Çok da hoşuma gitmişti o alıntı. Sonra tesadüf bu ya, bir yaz akşamı Maltepe sahilinde dolaşırken yere bir yaygı üzerine serilmiş kitaplar arasında buldum kitabı. Hemen alıp bir solukta okudum. Öyle hoşuma gitti ki, o zamandan beri hep aklımda o kitabı anlatmak vardı…Kısmet bugüne imiş..
Tatlı Perşembe, İkon Yayıncılık, Nisan 1977 basımı, Çevirmen Mehmet Sarı.Yazarı John Steinbeck.
Van Gogh ve Sokak cafeleri
Kitabın kapağında Van Gogh’un Paris’in açık sokak cafelerini betimlediği bir resmi bulunuyor. Bu resimle ilgili de hoş bir anım var. Ortaokul ya da lise sıralarında olacak, bu resim çok hoşuma gittiğinden bir kopyasını yapmıştım.
Kitabı size tanıtırken bazı parçaları aynen almak istiyorum. Bu nedenle bu bir edebiyat eleştirisi değil. Bir tefrika gibi daha çok.
Savaş ve Monterey
“Savaş Monterey’e ve Sardalya sokağına da ulaştığında herkes şu ve ya bu şekilde savaştı. Çarpışmalar sona erdiğinde herkesin sarılacak iyi kötü bir yarası vardı. Sardalyacılar da balık avlama sınırını ortadan kaldırıp tüm balıkları yakalayarak savaşa katıldılar.Elbette onları bu yola iten vatan sevgisiydi ama bu yaklaşım balıkları geri getirmedi. Alice harikalar diyarındaki midyeler gibi balıkların tümü tüketildi.
Gerçekten de savaş herkesin yaşamını etkilemişti. Doc askere alındı. Batı Biyoloji laboratuvarlarının başına ihtiyar Jingleballick adıyla tanınan arkadaşını getirdi ve orduya katıldı. Askerliğini teknik çavuş olarak yaptı.
Doc savaşı tam bir bilgin gibi yaşadı.”
Kitap işte bu garip bilginimizi anlatıyor. Herkesin çok sevdiği Doc’un Suzy ile olan macerasını. Doc savaş bitince laboratuarına dönmüş , ancak laboratuarı toz ve küf içinde bulmuştu. Canlı hayvanların kafesleri de bomboştu…Jingle ballick yıllardır hiç adım atmamıştı.
Her şey değişiyor
“Her şey değişmişti. Gidenler, ölenler ,değişenler vardı. Bir insanın değişmesi gitmesi kadar kötüydü zaten.
Monterey değişmişti. Sardalya sokağı ve orada oturanlar da değişmişti. Mack’in dediği gibi, “Herşey değişiyor, yenilikler oluyor.Tanrı da değişiyor.”
Doc da tüm çabasına ,arkadaşlarının direnişlerine rağmen değişiyordu. Niye değişmesin? İnsanlar değişir ve değişiklik sabahları perdeleri üfürten esinti gibidir. Otların arasında saklanmış çiçeklerin kokusu gibi sinsice evlere siner. Değişikliğin işareti hafif bir sancı olabilir. Değişiklik isteği içinizi kemirebilir. Yemek yemenin mutsuzluğun bir işareti olduğunu hiç duymadınız mı? Ve mutsuzluk ,huzursuzluk değişikliğin kaynağı değil midir?
Serseri bir hayat ve dostları için var olmak
Savaştan önce Doc başıboş, serseri bir hayat sürerdi. Bu yaşamı çok kimsenin kıskançlığını uyandırırdı. Doc geçimini deniz hayvanları toplayıp saklamakla ve onları okul, kolej ve müzelere satarak sağlıyordu. Heyecan dolu bir dünyaya ilgisiz bakabiliyordu. Denizin güzelliğini insanoğlunun en büyük başarısı olan müzikle birleştiriyordu, canı hiç sıkılmazdı. Dostları onu çok seviyor, iyiliği için dua ediyordu. Bu da ona yetiyordu. Arada bir Diamond Jim Brady’in “Hödük olmak iyi şeydir,olabilirsen elbette” dediğini anımsıyor, arkadaşlarının kendisinden yararlanmasına karşı çıkmıyordu .Doc öyleydi,insanları kurnaz görünmeye zorlayan büyüklük hastalığı onda yoktu.
Doc’un kadınlara duyduğu içten hayranlık ve arzu yine kadınlar tarafından tatmin ediliyordu. Sorumlulukları azdı. Sadece iyi kalpli,eli açık hoş bir insan olmak istiyordu.Ve bunları başarması zor değildi…Kısacası ömrünü mutluluk içinde yaşadı….
Savaştan sonra…
Ama şimdi, savaştan sonra… eski işini tekrar kurup kuramayacağından kuşkuluydu. Eskiden olsa bunları düşünmez kendini eğlenceye verirdi. Ama şimdi huzursuzluk, mutsuzluk içini kaplamıştı.
Mutsuz olduğunuzu nasıl anlarsınız? Sıcak bir yerdesiniz ,yine de üşüyorsunuz. Toksunuz ama midenizde bir ağrı var. Sevilmişsiniz ama başka şeyler için özlem duyuyorsunuz. Bütün bunların nedeni de zamandır. Yaşamın sonu uzak değildir artık. Düzlüğe geldiğinizde bitiş çizgisi gibi hayatın söz çizgisini de görebiliyorsunuz şimdi.
”Yeterince çalıştım mı” diye düşünürsünüz.”Yeterince sevdim mi?” Tabii bütün bunlar insanı başarıya ulaştıran temel taşlardır.”Şu ana dek hayatımın anlamı neydi, bundan sonra ne olabilir?” Şimdi sıra acı dolu sorulara gelir.”Dünyaya bir şeyler kattım mı, değişmesinde katkım oldu mu? Değerim nedir? Bu soruları sormanızın nedeni gurur veya tutku değildir. İnsan asla ödeyemeyeceği bir borç yüklenerek doğar. Bu borç zamanla azalacağına artar.İnsanın insanlara borcu vardır.Bunu unutursa kendi kendini zehirler.Ödemeye çalışırsa da borç fazlalaşır,insanın değeri verdikleriyle ölçülür zaten.
Yaşarken borcunu ödemeye çalışmak
Doc’un en önemli özelliği yaşarken borcunu ödemeye çalışmasıydı. Eskiden yaşamak, elinden geldiğince eğlenmek isterdi. Her günün bir gecesi, her düşüncenin bir sonucu vardır; her sabah da doğudaki dağların üzerinden yeni bir gün doğar, dünyayı aydınlatır.
Doc’un içindeki huzur iyi bir şeydi ve herkes aynı huzura kavuşmak için didiniyordu. Ama şimdi Doc’un içini de bir huzursuzluk, bir hoşnutsuzluk kaplamıştı. Belki de bunu yaratan Doc’un orta yaşlılığın eşiğine gelmesiydi. Salgı bezleri iyi çalışmıyor,derisi kırışıyor, gözün kulağın duyarlılığı azalıyordu. Doc içinde bir düş kırıklığı duyuyordu. Başarısız bir insan gibi hissediyordu. Böylelikle Doc kendini işine verdi. Yorularak huzursuzluğunu yok etmeyi umuyordu. Hayvancıklar topluyor, biriktiriyor, aşılıyordu. Ta ki rafları tıka basa doluncaya dek.
Ama içindeki burukluk bir türlü yok olmuyordu. Doc’un duyduğu acı , bir anlık huzursuzluğa veya bir kalp çarpıntısına benziyordu .Viski keskinliğini kaybetmişti sanki.Buz gibi bir bardak bira ise eski zevki tattırmıyordu Doc’a. Dostlarını görmekten zevk almıyordu, içinden yükselen ses “yalnızsın ,yalnızlık çekiyorsun “ diye uyarıyordu.”Bunun ne yararı var?Kimin yararına ? Düşünmek duyguları yok eder.Sen sadece yalnızlığını örtmek için çalışıyorsun.”
Yalnız değilsin
Doc mutsuzluğunda yalnız olduğunu sanırdı. Ama değildi. Mahallede herkes onu izliyor,merak ediyor, endişe duyuyordu. Mack ve çocuklar onu düşünüyor, Mack ve Fauna onu merak ediyordu.
“Doc’un bir kadına gereksinme duyduğuna kuşku yok “ derdi Mack. “Evim daima emrindedir” diyordu Fauna.
“Daima yanında olacak bir kadın. Çatışacağı, kavga edebileceği bir kadın. Karı milletiyle uğraşmak insana başka her şeyi unutturur. Doc kendini dinleyecek vakti bulamaz..”
Şimdilik bu kadar. Biraz Doc’u anlatan kısımları uzun tuttum mecburen, hafif sıkıldıysanız kusura bakmayın, şimdiden sonrası daha eğlenceli. Steinbeck romanlarında argo kullanmayı çok sever, kitabın çevirisinde de kadın hep “karı” diye geçiyor. Ben de aynen bıraktım, herkesten özür dilerim.
Hikayenin sonrası, daha heyecanlı Doc ile Suzy’nin hikayesi, ama bir de onlar için çalışan bir ordu…
Hayat dostlardan ibaret zaten, hani bir Harvard araştırması vardı, insan yaşamı boyunca sahip olduğu arkadaşların toplamı imiş. Bu yorum bana ait, Tatlı Perşembe, bir macera, dostluk, arkadaşlık ve aşk romanı.
N-e-ş-e
Kitabın sonundaki şu paragraf ise belki de yaşamın bir mottosu gibi..
“Ne gündü o yarabbi! Mor ve altın renkleriyle süslenmiş bir gün Salinas Lisesi’nin gurur veren renkleri. Bir melekler birliği semada dolaşıyor, “N-E-Ş-E kelimesini andıran bulutu gezdiriyorlardı. Kanadı kırık bir martı yerinden fırlayıp semaya doğru uçtu. Bir yandan da “Neşe, Neşe” diye haykırıyordu.
Neşe, macera, arkadaşlık Steinbeck’in romanlarındaki vazgeçilmez öğeler. Tatlı Perşembe ise Steinbeck severler için vazgeçilmez.
Bu ilk kitap tanıtımı olsun. Bir itirafta bulunayım. Bu yazı 2003 yılının Mart’ında bir Perşembe günü “arkadaşlığı” temel almış bir mail grubunda yayınlanmıştı.
Bugün tam da pandeminin ortasında, bir savaş sonrasının hikayesi olan Tatlı Perşembe size iyi gelecek.
İyi okumalar.
Bir kitap canlı değildir, konuşamaz, ama size dost, yol arkadaşı, olabilir, sizi gezdirebilir, sizi aya çıkarabilir, kıyıda deniz kabukları toplayabilirsiniz onunla, sıkılmazsınız, yeter ki, öyle dost bir kitap bulun…
Perşembeleriniz “Tatlı olsun…
- Tatlı Perşembe, İkon Yayıncılık, Nisan 1977 basımı, Çevirmen Mehmet Sarı.Yazarı John Steinbeck.