Uzun bir tatil havası sonrası dün ilk hareketli çalışma günüydü.
Hem de Pazartesi. Tatil ve Pazartesi sendromlarının birleştiği bir gün.
Peki tatil yapar gibi çalışmak mümkün mü?
#Tatil ve #çalışma yaşamın iki yüzü. Biri olmasa diğerinin anlamı olmayan.
Bir anlamda zıtların birliği diyebiliriz. Diyalektiğin en önemli prensibi.
Her şey karşıtı ile birlikte yaşar ve her şey karşıtını içinde barındırır. Tatil çalışma ile birlikte anlam kazanır ve tatile kavuşma özlemi içinde insan çalışmaya motive olur.
Tatil bitti, şimdi çalışma zamanı
Çok kimse için keyifli bir gün değildi dün. Tekrar sabahları erken kalkmak, işe yetişme telaşına girmek, yine bir sürü iş yükünün altından kalkmaya çalışmak, performans hedef baskısı vb. birçok şey.
Peki işi ya da çalışmayı hiç özler mi insan?
Çok anlamsız bir soru gibi gelebilir size.
Peki ya hep tatil olsaydı, o zaman insan bir süre sonra tatilden de sıkılmaz mıydı? Hem o zaman onun adı tatil olur muydu?
Çalışmanın insana getirdiği yorgunluk dinlenmenin de anlamını ortaya çıkarıyor.
Çünkü yorgunluk olmasa dinlenmek gibi bir kavram da olmayacak, Yorulmayan insan dinlenmenin keyfini nasıl alabilir ki?
Kendini gerçekleştirmek
Maslow’un hiyerarşik ihtiyaçlar düzeyindeki en yüksek basamakta insanın kendini gerçekleştirmesi yer alıyor.
Çalışmak bir anlamda insanın kendini gerçekleştirmesi için de gerekli değil midir?
Tabii ki, ne için çalıştığına bağlı. Mesele tatilde evin bahçesinde domates fidelerinin altını çapalarken ya da etrafındaki ayrık otlarını temizleyip çiçekleri sularken de yorulmaz mı insan?
Akşam saati yapılan o çalışma sonrası, taze kokusuyla evde yapılmış kek eşliğinde içilen bir yorgunluk çayının keyfi başka nerede bulunabilir?
Severek çalışmak
Tatilde dahi keyfimiz gereği bazen evlerimiz için çalışmıyor muyuz? O zaman isteğe bağlı çalıştığımızda aslında o bir “çalışma” olmuyor mu? Hani Konfüçyus “eğer sevdiğin işi yaparsan bir gün bile çalışmış olmazsın” diye söylememiş miydi?
O zaman sevmek ve çalışmak arasında pozitif bir ilişki var. İnsan severek çalıştığında ve yorulduğunda keyif alabiliyor. Aynı Mihaly Csikszentmihalyi‘nin “akış” teorisinde ortaya koyduğu gibi.
Güçlü yönler ve sevdiğin şeyler
Peki “severek çalışmak” ile insanın hangi özellikleri arasında bir ilişki kurabiliriz? Bazı araştırmalar kişinin güçlü olduğu yönlerde gösterdiği aktiviteleri, yani kolay yapabildiği işleri aynı zamanda sevdiğini gösteriyor.
O nedenle günümüzde iş ya da “kariyer” farklı bir anlam taşıyor. Y kuşağının “işte anlam” arayışı içinde olması da bunun doğal bir sonucu değil mi? Çalışma yaşamı Sadece para kazanmak ya da konforlu bir yaşam için çalışmaktan, keyif aldığın ve sevdiğin bir alanda çalışmaya doğru evriliyor.
Yani güçlü olduğumuz yönlerimizi keşfetmek ve o doğrultuda kendimize özgü bir alanda çalışmak, “akış”ta kalmak ve mutlu olabilmek için bir kilit nokta.
Kariyer, bir yaşam tasarımı
Bu nedenle kariyer tasarımını bir “yaşam tasarımı” olarak ele alıyoruz, çünkü yaptığımız işin kendisi yaşam kalitemizi doğrudan belirliyor.
Bir ara iş ve yaşam dengesinden söz ederdik, işi ve yaşamı birbirinden ayırarak bakardık. İş, yaşamı sürdürmek için gerekli olan bir zorunluluktu ve daha çok bir “yük” olarak ele alınırdı. İnsanlar da işte kazandıkları para ile daha kaliteli ve konforlu bir yaşamı kurmaya çalışırlardı.
Şimdilerde iş ve yaşam o denli iç içe geçti ki, ayırmak güçleşti. Yaşamın kalitesi ise para kazanmanın bir sonucu olarak değil, artık bizzat işten aldığın keyif ve tatmin ile açıklanıyor.
Kariyer bu anlamda bir yaşam yolculuğu, bu yolculuğun ne kadar keyifli sürdüğü ve bu yolculuktan ne kadar anlam bulabildiğimiz yaşam kalitemiz ile doğru orantılı.
Bu anlamda kariyeri, yaşamın kendisinin içinde çalışma ve tatilin bir arada olduğu, çalışırken tatildeymiş gibi motive olabildiğin, tatildeyken yaşamdan pek kopmadığın yaşam boyu süren bir yolculuk olarak da ele almak mümkün.
Nasıl bir kariyer yolculuğu isterdiniz?
Peki böylesi bir kariyer yolculuğu mümkün mü?
Bunun için köklere bakmak gerekli. İnsanın kendini ne kadar tanıdığına, kendisine bir kariyer yolu tasarlarken hangi kriterlere göre seçimler yaptığına bağlı.
Üniversite adaylarının böyle ölçütlere göre değil de, puanlarının hangi bölümleri tuttuğuna göre tercih yaptıklarını dikkate alırsak, daha gidilecek çok yolumuz var.
Bunun için farklı bir zihniyetle, daha okul öncesinden başlayarak kişinin kendi potansiyelini ortaya koyacağı, hem kendisine, hem topluma değer katacağı ve mutlu olacağı, böylece toplumun refahını ve mutluluğunu artıracağı yeni bir yolun kapılarını açmamız gerekli.
Şimdilik yazıyı bu kadarla bırakayım.
Felsefi bir sorundan yola çıkıp yaşamın gerçeklerine dek indik, başka bir yazıda bunun nasıl gerçekleşebileceğinin ipuçlarını arayabiliriz.
Hepinize iyi tatiller ve iyi çalışmalar.
Tatil yapar gibi çalıştığınız, tatilde çalışırken bile keyif aldığınız günlere…